Anadolu, öylesine münbit ve dahi velûd bir
coğrafyadır ki, nice güzel insanları bağrında yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam
etmektedir. Bu güzel insanlardan kimisi, belki herkesçe marufken, kimisi de
yalnızca ehlinin malumudur. Müsellemdir ki, güzel insanlardan isimlerinin
fazlaca duyulmamış olması onların dîn-i mübîne, ümmete olan hizmetlerinin
azlığı ile asla alakalı değildir. İşte Anadolu’da yetişmiş güzellerden,
ehlullahtan biridir Hafız İbrahim İpek Çorumî el-Uşşâkî.
Tam
bir peygamber âşığıdır
Hazret,
20 Eylül 1934 tarihinde Çorum İskilip ilçesine
bağlı Yerliköy’de dünyayı
teşrif eder. Nesebi anne tarafından pak silsileye dayanır, seyyiddir. Annesinin
sülalesinin Arabistan’dan Çorum’a sürgün edildiğini ve İskilip civarlarına
iskân olunduğunu, İskilipli Atıf Hoca’nın da aynı sülaleden olduğunu bizzat
kendisi anlatır. Çocukluğunu doğduğu Yerliköy’de geçirir. On dört yaşında
Halveti Uşşâki meşayihinden Hüsnü Gülzari Hazretleri’ne intisap eder. “İlim
öğrenmek herMüslüman’a farzdır!” ikaz-ı nebevîsi fehvasınca, İskilipli meşhur
âlimlerden olan Mekkeli Ömer Hocaefendi’denArapça, tefsir ve fıkıh ilimlerini
tahsil eder ve bu arada da hıfzını tamamlar. Seyr-i sulûkünü hakkıyla ikmal
eder ve yirmili yaşlarda Hüsnü Gülzari Hazretleri’nin halifesi olur. Ancak
icazet almasına rağmen, şeyhi Hüsnü Gülzarî Efendi’nin ser-halifesi olan Fehmi
Dede vefat edinceye kadar, ona hürmeten kendisini geri planda tutar, rabıta
vermez.
O,
tam bir peygamber aşığıdır. Bu aşkı dolayısıyla Mekke ve Medine’ye yaklaşık
kırk kez hac ve umre ziyaretinde bulunur. Düğün gecesinin yaklaştığının malum oluşu
ehlullahın özel hallerindendir malum. İbrahim İpek Efendi de, bu hal üzere
şeyhi Hüsnü Gülzari Efendi’den devraldığı icazeti, Eyyüp Fatih Nurullah
Efendi’ye emanet eder ve bu devir teslimden çok geçmeden dâr-ı bekaya göç eder.
Hazret, düğün gecesine dek postta kalmış ve irşad vazifesini bihakkın ifa
etmiştir.
İbrahim
İpek Efendi uzun boylu, iri yapılı ve heybetlidir. Yolda yürürken herkesten
yüksek görünür, parmağına yüzük takar, temizliğine çok dikkat ederdi. Geniş
pantolon, gömlek ve üzerine yelek giyinirdi. Camiye ve sohbete giderken cübbeye
niyâbeten pardösü giyinirdi. Sarık sarmak, misvak ve güzel koku kullanmak gibi
sünnetlere de azami ihtimam gösterirdi.
Manevi
Halleri Ve Rıza-yı Bârî’ye Olan Teveccühü
İbrahim
İpek Efendi, bir nimet-i ilahi olarak ehlullaha verilen pek çok manevi hale
mazhar olur. Daha çocukluğunda hafızlık yaparken okuduğu Kur’an ayetlerini
bazen yeşil, bazen mor, bazen kızıl olarak gördüğünü ve “herkesin de aynı
şekilde gördüğünü zannettiğini” söylediği ifade edilir. Sonraki dönemde ise,
meclisinde hazır bulunanların ve etrafındakilerin şahitliğiyle aktardığımız,
meclisinde bulunanların zihinlerindeki soruları henüz kendisine yöneltilmeden
cevaplaması, kendisini ziyarete gelecek olanlara önceden yemek hazırlığı talep
etmesi, kaybedilen eşyanın yerini bildirmesi gibi haller onun keramet-i
âdiyyesi kabîlindendir.
Kendisinin,
Hindistanlı Şeyh Mustafa Kamil Efendi’yi kastederek: “Biliyim ki, Kâmil
Hindistan’da, ziyaret ederim; biliyim ki nâkıs duvarın öbür tarafında, ziyaret
etmem!” sözünden tayy-ı mekan nimetine nail olduğunu da anlıyoruz. Ancak
İbrahim İpek Efendi, şeyhi Hüsnü Gülzari Efendi’nin, “Oğul, maneviyatımda bir
keresinde hakikat pazarına uğradım. Şu keramet şu paha, bu keramet bu paha diye
satıyorlar. Baktım hepsinin ilerisinde ve yükseğinde Allah’ın paha biçilemeyen
rızası var. Sen rızaya talip ol emi…” şeklindeki nasihatını hayatı boyunca
düstur edinmiş bir zâttır.
Ehlullâh,
Bu Dünya Hayatında Kın İçindeki Kılıç Gibidir
İbrahim
İpek Efendi, ulaştığı manevi mertebelerden derlediği hakikatleri, “Mücâhid”
mahlasını kullandığı divanlarında dervişleriyle paylaşır. Divanları kendisi
hayattayken kisve-i tab’a bürünemez. Vefatı sonrası icazetini devrettiği,
halifesi Şeyh Eyyüb Fatih Nurullah Efendi, İbrahim İpek Efendi’nin divanlarını
derler ve ayrıca şuanda divanlarını şerh çalışmalarını sürdürüyor. Fatih
Nurullah Efendi’nin kaleme aldığı İbrahim İpek Efendi’ye dair “İpek Yolu” ve
Halveti Uşşaki silsilesinde yer alan daha önceki üstadların hayatı ve
divanlarının yer aldığı “Gülzar-ı Hüsnüya” bu silsileyi tanımak için okunası
iki eserdir.
İbrahim
İpek Efendi’ye ait divanındaki bir şiiri şöyledir:
“Bir
ses duydum ravzadan
Sakın
kalkma buradan
Çok
yakınım sana ben
Gine
beni çağrıyon
Ravzasında
gül ağcı
Sensin
dertler ilacı
Görmez
seni her hacı
Ciğerimi
dağlıyon
Parmakcalık
perdedir
Batmaz
güneş nerdedir
Mücahid
canan candadır
Adetin
mi ağlıyon?”
İbrahim İpek Efendi, 1967 yılında
ser-halife Fehmi Dede’nin vefatıyla birlikte fiilen hizmete başlar. O yıllarda
ikamet ettiği Yerliköy merkez
olmak üzere Çorum, Çankırı, Kırıkkale ve Ankara gibi Anadolu’nun birçok yerini; ayrıca Pakistan, Hindistan, Suriye, Irak,
Suudi Arabistan, Almanya ve Hollanda gibi birçok yurt dışı seyahatlerinde
bulunur ve bu seyahatleri esnasında birçok kişiyi Halveti Uşşakî neşesiyle
tanıştırır. Bugün, İbrahim İpek Efendi’nin tesis etmiş olduğu hizmet ve irşad
tezgâhı halifesi, Şeyh Eyyüb Fatih Nurullah Efendi öncülüğünde genişleyerek
devam ediyor. Yurt içinde söz konusu illerin dışında İstanbul başta olmak üzere
daha pek çok Anadolu şehrine Halveti Uşşaki neşesi ulaştırılmış durumdadır.
Ayrıca yurt dışında İbrahim İpek Efendi’nin ziyaret ettiği ülkelere ilaveten
Fas, Cezayir, Bosna Hersek ve Japonya da bu feyizden müstefid olan ülkelerden.
İbrahim
İpek Efendi vefatından sonra da Çorum’u manen imara devam eder. Hizmeti,
Halifesi Şeyh Eyyüb Fatih Nurullah Efendi öncülüğünde her ilde kurulan sivil
toplum kuruluşları vasıtasıyla hizmet sürdürülüyor. Ayrıca her yıl Haziran
ayının ilk haftası, memleketi olan Çorum başta olmak üzere, İstanbul ve Ankara’da
geniş katılımlı anma programları düzenlenir.
Şeyhu’l
İslam İbn Kemal, “Ehlullâh, bu dünya hayatında kın içindeki kılıç gibidir.
Öldükten sonra dünya kınından sıyrılmış olurlar ve daha keskin hale gelirler”
der. İşte aynen öyle de olur. Bugün, İbrahim İpek Efendi vefat etse de, himmeti
ve devrettiği hizmeti hız kesmeden ve dahi genişleyerek devam ediyor.
Ahmet
Yasin Küçüktiryaki