Bizim oralarda alışık
olmadığımız kadar büyük karpuzlar oldu.
Aynı şehir karpuzları gibi.
İçinden en büyük karpuzu
seçtim, ha'nin (Büyük sepet) dibindeki samandan karpuzun altına serdim,
çürümesin diye.
Amacım İbrahim İpek Efendi'ye vermekti.
Mübarek, arada bir bize
gelir, aşağı evin salonunda, fırınlı sobanın (guzine) yanındaki sedirin köşesine
otururdu.
Cısır cısır kaynayan
demlikten çay içer, sohbet ederdi.
Rahmetli gidene kadar
köşeden kalkmaz, iki dizimin üstünde gözümü ayırmadan onu izlerdim.
Arada bir saçımı okşar:
"Senin adını ben
koydum" derdi.
Anam rahmetli çayını koymak
için hareketlendiğinde "İhsaniye yeğenim,
bırak şimdi çayı ben Celalettin'in iki aydır bana sakladığı karpuzu yemeye
geldim" dedi.
Nasıl şaşırdık anlatamam.
Annem "Efendim nerden
biliyorsunuz, Celalettin'in size karpuz sakladığını" diye sordu.
Rahmetli de, "Ben
bilirim" dedi gülerek.
Mekânı cennet olsun...